Uzunca bir süre hafızalarımızdan silinmeyen, silinmesini de istemeyeceğimiz travma ile karşı karşıyayız. Tüm ülke olarak hatta tüm insanlık olarak başımız sağ olsun.
Kayıplarımız çok büyük, acımız çok taze.
Depremin yaralarını da neredeyse tüm dünya ile birlikte sarmaya devam ediyoruz. Herkes, birlik içinde yıkıcılığın neresini en aza indirebiliriz düşüncesi ile hareket ediyor. Büyük bir sınavdan geçiyoruz ve herkes gelecekte bu sınavla anılacak!..
Benim burada daha her şey çok yeniyken dikkat çekmek istediğim en önemli konu tüm afet riskleri konuşulurken, devletin afet risklerinin yetersizliğinin yanında markalarının da risk yönetimlerin afet konusunda kendilerini hiç hazırlamamış olması. Bu öyle bir konu ki, özellikle son yıllarda sosyal sorumlu markalar yaratmanın gelecek nesiller için hem insan kaynağı açısından hem de tüketici bilinci açısından ne kadar önemli olduğunu defalarca dile getirmişken geldiğimiz noktada bizlere, sınıfta kalmış bir karne ile karşı karşıya kaldığımızı gözler önüne seriyor.
Ancak ben karnenin tamamını değerlendirmek yerine, uzmanlığım gereği sizlere karnedeki kendi alanımdaki enkazlardan bahsedeceğim.
Bildiğiniz gibi ben tescil risk danışmanıyım. Kurumsal risk yönetimlerinde benim uzmanı olduğum alanının şirket marka değeri bilinci için birinci sırada olması gerekiyor. Tescil riskleri şirketler için hafife alınacak veya es geçilecek bir madde değil. Şöyle ki, tescilli bir marka olmak ve bu markayı koruyor olmak bu afette bile ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Sizlerin belki de fark edemeyeceği ancak bizim danışmanlığımız için önemli bir örnek ile bir markanın enkazının diğer bir markayı nasıl etkileyeceğini henüz hasarı belli olmasa da önümüzdeki günlerde deneyimleyeceğiz. Onlarca kişiye mezar olan bir toplu konuttan bahsediyorum: “Rönesans”
Bu inşaat diğerlerine göre o kadar konuşuldu ki, istesek de bunu kafamızda silemeyeceğiz. Bir şehrin en gözde caddelerinden birinde ve lüks bir hayatı garantileyen bir toplu konut projesi depremle birlikte yıkıldı. Hem de her gün her gün acı haberleri aldığımız akıllardan çıkmayacak, bizlere asla kendini unutturmayacak şekilde yıkıldı.
Şimdi gelmek istediğim noktaya geleyim. Gözümüzü İstanbul’a çevirelim. Rönesans deyince aklımızda öyle bir marka algısı oluşuyor ki, birçok kişinin gittiği AVM’lerin, iş merkezlerinin, toplu konutların (vb.) üreticisi firması “Rönesans Holding”.
Aynı sektör iki marka enkaz altında kalan tek algı!
Bildiğimiz Rönesans, depremin ilk gününden bu yana canını dişine takarak dört koldan depremzedelerin yanına koşmuş, diğeri ise yıkılan binasıyla tüm markayı algısını ölümle bir araya getirmiş.
Umarım etkilenmez ama Rönesans Holding’in risk yönetimi de bu taklit nedeniyle enkaz altında kalmışa benziyor!..
Peki ne yapmalıydı?
Rönesans Holding’in, daha ilk başından tanınmış marka statüsüne geçmesi, Rönesans markasını başka bir kuruluşa kullandırmıyor olması, kopyalama riskine karşı marka koruma süreçlerini işlettirmesi ve daha kopya marka ilan süresindeyken itiraz ediyor olması gerekmektedir. Bakınız bunlar yapıldıysa bile ret olmuş bir marka ile devam edildiğini saptayarak konunun mahkemeye taşınması gerekirdi.
Şirketlerin deprem çantaları her zaman söylediğim gibi kurumsal risk yönetiminden geçer. Maalesef bazı şirketler deprem çantalarına tescil süreçlerini eklemeyi unutuyorlar.
Bu örnekle bizden tüm şirketlere büyük bir hatırlatma!..