Corona her kesimi belirsizliği baş başa bıraktı. Kendi işini yapan da, yapmak isteyen de, bir firmada çalışan da herkes aynı belirsizlik gemisinde geleceğin karasını görmek üzere yola koyuldu. “Önümüzü görmeliyiz! Şu an dünya nereye gidecek bilmiyoruz? Bu günleri bir atlatalım!..” cümleleri dillere pelesenk oldu.
Çok basit bir soru ile günlerdir başa çıkmaya çalışıyorum: Gerçekten, girişimciler, benim gibi yoktan var olanlar geleceği çok belirgin ve başarının garanti olduğu bir yola mı çıkmıştık?
Yukarıda sorduğum soruların, her girişim hikâyesi için biraz keşfe değer bir konu olduğu kanaatindeyim. Çünkü fikri, zamanın ve mekanın çok ötesinde bir olgu olarak görüyorum. Fikrin önünü bu tip bahaneler geçtiğinde girişimcilik ruhunun yok olacağı düşüncesindeyim. Çünkü tecrübeyle sabit kendi hikayemi yazarken şu anın girişimcilerinin cebine koyduğu bahaneler benim de cebimdeydi. Ben dahil birçok girişimci daha yolun başındayken bahsettiğim bu bahaneler en büyük kaygıları oldu.
Ama sonrası ne oldu? Yola çıktığı an itibariyle cepleri dolduran bu bahaneler yerini hikayelere bıraktı.
Ters Orantılı Denklem
Her girişimcinin bahanesiyle hikayesi basit mantıkta ters orantı ile ilerliyordu. Herkes ilk adımında bahanelerini silip hikayesini yazmaya başlıyordu ya da daha adım atmadan bahaneleri ile hikayesi son buluyordu. Denklem bu kadar netti.
Girişimcilik ruhu işte tam burada devreye giriyor ve ne bahane olursa olsun hikayeler yazılmaya başlıyordu. Ben, Üstün Patent’i kurarken, bahsettiğim gibi aynı kaygılar, bahaneler vs. içindeydim. Ama bir yerde kabuğumu kırmam gerektiğinin farkındaydım. Yatırım, süreçler, müşteri bulma – elde tutma gibi aklımdan geçen onlarca soru ile bir başımaydım. Anladım ki, bu sorular herkesin dertleriydi ve daha önce çözümleri çok kez denenmiş başarılı yöntemler bulunmuştu.
Ama benim sorumun cevabı kesinlikle başkalarıyla aynı olmak değildi!
Ve Benim Hikayem Burada Başladı!
Kendi hikayem için kendi kurallarımı yazmam gerekti. Bu sebeple olmazsa olmaz diyebileceğim 3’lü sac ayağının üzerine kurguladım iş yapış stilimi: Farklılaşmak, Prensiplerime Sadık Olmak ve Samimiyet!
Farklılaşmak: Benim hikayemde aynı sonuçlar elde edebileceğiniz bir problemden farklılaşarak çıkmak oldukça önemli bir unsur haline geldi. İş kavramı bir problemi çözme ve bunu hizmete dönüştürme noktası olarak ortaya çıkıyorsa ben problemi çözerken diğerlerinden farklılaşmalıydım. Öyle de yaptım. Kaliteyi odağıma alan ama asla işin doğasından kopmayan bir iş modeli oluşturdum. Benimle çalışmak isteyen herkese, müşteri gözüyle bakmayarak süreç ortağı haline geldim. Satışın odağından çıkıp iş ortaklığına evrilen bir dönüşüm yakaladık herkesle ve bu iş ortaklığı benim farkım oldu.
Prensiplerime Sadık Olmak: Hikayemin beni en çok haz duygusu ile besleyen tarafı bu oldu. Çünkü şirketler kurulurken genellikle stratejiler, hedefler, aylık, yıllık, 5 yıllık kalkınma planları ilk öncelik olur. Ancak iş ortaklığı ile oluşturduğum farkındalık benim iş modelimde prensipleri oluşturdu. Olmayanı satışa dönsün diye oldurmaya çalışmayacaktım. Her şeyin ötesine bana gelen tüm iş ortaklarımın fikirleri, markaları, buluşları, tasarımla sanki bana aitmiş gibi sahiplenecek ve bu şekilde işlemleri yürütecektim. Dolayısıyla başvuruların hepsini büyük bir titizlikle hata riskini sıfıra indirmeye çabalayarak yapmaya başladım.
Samimiyet: Bu başlığı sona bıraktım çünkü, diğer iki başlıkta oluşturduğum marka tavrımın bir çıktısı oldu. Çünkü farklılaşarak, prensiplerimle yola çıktığımda iş ortaklarımla oluşturduğum samimiyet güven çatısını oluşturdu. Güven çatısını inşa etmenin ne kadar olmazsa olmaz ve zor olduğunu işlerini içine girmeden anlaşılması çok güçtü. Şimdi markamın ve benim, iş ortaklarımla yakaladığımız samimiyet her şeyin ötesinde sürdürebilirliğimiz açısından bize çok önemli yatırımlar yaptı.
Yola çıkarken belirlediğim bu üç başlık, denklemimin eşitini başarı olarak belirledi.(Herkes gibi daha çok yolum var)
Tüm girişimcilerin bir nebze yoluna ışık olması dileğiyle deneyimlerimi paylaşmaya devam edeceğim.