Denenmiş Reçete: Güney Kore

Depremin şüphesiz ki, atlatamayacağız en büyük travması kayıplarımız oldu, olmaya da devam edecek. Geri kalan bizlerin ise, artık topyekun bir seferberlikle hareket ederek depremde hayatta kalmış yurttaşlarımız için elimizi taşın altına koymamız gerekiyor. Ancak bilmeliyiz ki, taşıma su ile değirmen dönmez. Bu kalkınma için ciddi bir plan ve program dahilinde hareket etmek gerekiyor. Çünkü bugün konuşulan tabloya göre depremin maliyeti, yani tüm bu enkazın kaldırılması ve yeniden bir hayat inşa edilmesi için gereken para 100 milyar doları buluyor. Bu sadece maddi boyutu…

Manevi boyutu için uzmanlar daha da karamsar, eğitimi zamanında alamayan çocuklarımız, kayıplar yaşayan vatandaşlarımız derken herkesin bildiği bir tablo ile deyim yerindeyse zamana karşı yürüttüğümüz bir savaş içindeyiz.

Tam bu zamanda sizlerle denenmiş bir reçete sunmak istiyorum.

Reçetenin adı: Güney Kore…

Güney Kore bugün teknolojisiyle ve ekonomisiyle dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer alıyor. Çok değil bundan tam 60 sene önce ülkemizin çeyreği kadar ekonomiye sahip bir ülke, bugün bizim gibi bir ülkeyi 4’e hatta 5’e katlayacak bir ekonomiye geçtiğimiz süre içinde sahip oldu. Kısaca tarihinden söz etmek gerekirse, 1910 ve 1945 yılları arasında Japonya’nın işgali altında olan Kore, İkinci Dünya savaşının bitimiyle bağımsızlığına kavuştu. Ancak 1950 ve 1953 yılları arasında yaşanan savaş nedeniyle Kuzey ve Güney Kore olarak ikiye bölündü. 1960 yılının başına kadar halk savaş ekonomisi nedeniyle müthiş bir yoksulluk içindeydi. Kore’de asgari ücret o yıllarda ülkemizdeki asgari ücretin 4’te 1’i kadardı.

Peki Güney Kore ne yaptı?

Reçetesi şu an tam da bizim yapmamız gereken gibi yerli ve milli sermayenin yönlendirmesinden geçiyordu. Önce milli markalar yaratıldı. Bugün saymaya gerek duymadığımız derecede pazarlamasının o ülkeye ait olduğunu bileceğimiz markaların temelleri o yıllarda atıldı. En önemli atılım bu yönde gerçekleşti. Tabii markalar yalnız başına katma değersiz ürünler üretmeden marka olmadı. Hükümet müthiş bir planlama ile Ar-Ge, eğitim, bilim ve teknolojiye yatırım yaptı. Bu planlamanın getirisinde doğru stratejilerle üretilmiş ürünler yer aldı.

Öncelik, ileri teknoloji ve katma değerli ürün üretimine ve bu ürünlerin Kore Markaları ile ihracatına verildi. Belirli ve odaklı sektörler seçilip üretim bu doğrultuda şekillendirildi. Ardından üreticiye Ar-Ge faaliyetleri için ciddi teşvikler sağlandı. Ar-Ge faaliyetlerinde araştırma safhasından çok uygulama ve üretme fazlarına önem verildi.

Üretimde de geçişler yapıldı. Önce emek gerektiren hafif sanayi faaliyetleri (tekstil gibi) ağır sanayiye, ardından ağır sanayi faaliyetleri yüksek teknolojilere everildi. Bir nevi öğrenme, uygulama ve geliştirme ardından yeni teknolojilere geçiş ve kalkınma süreci gerçekleşti.

Yaptığı iki önemli iş vardı. İlki ülke stratejilerini üretim odağında milli bir dönüşüme uğratarak hareket geçme; diğeri ise doğru ve yeni ürün üretme konusunda düğmeye basarak kalkınmayı doğru temellere oturtmaktı.

Büyük ve kapsamlı bir ülke dönüşümünün arkasındaki proje tam anlamıyla buydu.

Bugün görüyoruz ki, Güney Kore patent sayıları ile, milli markaları ile tüm dünyada kendine yer edindi ve yaptığı strateji tümüyle işe yaradı. Hem de kendini tamamen yoktan var ederek!..

İyi bir haber biz Güney Kore gibi o noktalarda değiliz. Bu afet bizim için vizyonumuzu değiştirmekte rol oynarsa yarın bilimin ışığında hareket ettiğimiz, bu yıkımları gündemimize bile almadığımız günler kısa vadede gelebilir.

Sadece ve sadece gelişim bizi bu afetten kurtarır…

Sözün özü Anka Kuşu misali Güney Kore bizim için önemli bir reçetedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir