Tarım Devriminin hemen ardından insanlığın üretim rekabeti başladı. Ürettiklerini takas yöntemi ile paylaşan insanoğlunun kafasında değer algısı yavaş yavaş oturmaya başlıyordu. Üreticiler ihtiyaçlarına binaen kendi ürününe eş değer ürün almaya ya da üreticinin sattığı üründen daha fazla adet ürün için takasa girmeye çalışıyordu. Dolaylı da olsa insanoğlu ilkel manada alış verişi kurgulamaya ve daha çok ürün üretebilmek ve takasa girebilmek için sübjektif bir değerleme yapmaya ihtiyaç duyuyordu. Ta ki, M.Ö. 7. yüzyılda paranın bulunmasına kadar bu sistem bu haliyle devam etti. Paranın bulunmasıyla dünya değerleme, rekabet ve alış veriş dengelerinde yeni bir döneme girdi.Yavaş yavaş ürün – ürüne takas geçerliliğini yitirirken, insanların ticari hayatını daha netleştiren ve kolaylaştıran para, icat edildiği coğrafyanın dışına çıkmaya başladı. Paranın ilk tetiklediği dönüşümde rekabet nedeniyle farklılaşma sahnesinde gerçekleşti.
Antik Yunan’da zeytinyağı üreticileri, ürünlerinin onlara ait olduğunu göstermek için özel seramik küpler ürettirip, ürünlerinin sunumunu farklılaştırmaya başlamışlardı. Tam bir markalaşmadan bahsedemesek de markalaşma kurgusu bu farklılaşma, diğer üründen ayırt edilme isteği ile yavaş yavaş başlıyordu. Ancak markalaşmanın gerçek bir ihtiyaç olduğu Sanayi Devrimi ile ortaya çıktı. Seri üretim ürünler ve pazardaki rekabet nedeniyle üreticiler ürünlerini pazarlamaya ihtiyaç duyuyorlar.
Şuan yaşadığımız dünyanın tam tersine Sanayi Devriminde büyük üreticiler karşısında yerel işletmelerin üstünlüğü vardı. Çünkü iletişim çağına henüz geçmemiş insanlık en güvendiği kişilerle alış veriş yapmak istiyor ve bu nedenle büyük üreticiler yerel üreticilerle başa çıkamıyorlardı. Güven ortamını oluşturmak ve pazar payını büyütmek isteyen üreticiler için marka değeri arttırmaya yönelik yoğun pazarlama ortamı oluşmaya başlamıştı.
Marka Rekabeti!
Sanayi Devrimi o kadar hızlı gerçekleşti ki, üreticiler sanayinin dönen çarkları arasında geride kalmamak için sürekli tetikteydi. Ürünlerini korumak, tanıtmak, satmak ve o günkü koşullarda sürekli büyümek gerekiyordu. Bir süre sonra marka kavramı ortaya çıktı. “Mark” yani “işaretleme” kelimesi ile doğan kavram artık her şeyi değiştirmeye ve insanların alım tercihlerini etkilemeye başlamıştı. Ancak bu kadar kurguyu hayata geçiren insanlık o günkü rekabet koşullarında bile taklit riskini ortadan kaldıramamıştı ve markaların korunmasına yönelik tescillenme süreçleri hükümetlerin adım atmasıyla birlikte ile başladı. Tarihteki ilk marka kanunu olarak kabul edilen “Fabrika Ve Ticaret Markaları Kanunu” ise Fransa’da 1857 yılında kabul edildi. Aynı yıllarda İngiltere, Amerika, Almanya, İşviçre ve Belçika’da peşi sıra markaların korunmasına yönelik kanununlar çıkardı.
Dünyanın markalar için küresel bir hale geldiğinin ilk kanıtı ise, Paris Sözleşmesi ile oldu. Bu sözleşme 11 ülke arasında sınai mülkiyet haklarının himayesini temin için20 Mart 1883 tarihinde imzalandı. Sözleşme ile birlikte 11 devlet, taraf olan herhangi bir devlette tescil edilmiş markaların, aynı veya benzer mallar için bir karışıklığa yol açabilecek şekilde markalaşmasını, kısmen veya tamamen taklit edilmesini ve taklit markaların tescilini reddetmeyi taahhüt etti.
Bugün Her Şey Daha Zor!
Marka tescilinin temelleri bundan yüzyıllar önce atılan ve taklit edilme riskine karşı küresel çapta önlem alınan bir konu olmasının yanında artık yaptırılması neredeyse zorunlu olan bir ticaret kuralı haline geldi. Günümüzde iletişim çağının hızının insanlığın kontrolünden çıktığını ve bir sabah uyandığımızda nelerin değişip, hangi markaların hayatımıza girdiğini veya çıktığını bilemez konumdayken, bu bilinmezliğin içinde tek zırhımız artık sadece ve sadece tescil koruması oldu.
Madalyonun Çift Tarafı
Marka tescili aslında sadece risk ortamını ortadan kaldırmakla kalmayarak marka sahibinin başına açılabilecek türlü belalardan da uzak tutabilecek bir araç olarak kullanılabilmektedir. Şöyle ki, tescil süreçleri madalyonu çift taraflı görmenizi sağlayarak hem markanızın taklit edilmesini hem de iyi niyetli olarak var olan bir markaya yatırım yapmanızı engeller. Daha marka tescili sürecinin ilk adımı olan araştırma aşamasında, var olan bir markayı iyi niyetle taklit eder ve bu konudan haberdar olarak önlem alıyor oluşunuz sizlere zamandan ve paradan tasarruf sağlayarak yeni bir rota oluşturmanızı sağlar.
Ne demiş atalarımız; Kılıç kuşananın at binendir!..
Özlem Arslan Kart
Üstün Patent Kurucusu